TR-Dizin

Permanent URI for this collectionhttps://ada.atilim.edu.tr/handle/123456789/21

Browse

Recent Submissions

Now showing 1 - 20 of 1005
  • Article
    Avrupa Birliği Tıbbi Cihaz Yönetmeliği Kapsamında Yetkilendirilen Onaylanmış Kuruluşların İzlenmesi için Yeni Bir Yöntem
    (2024) Bayrak, Tuncay
    Uygunluk değerlendirmesi gerçekleştiren onaylanmış kuruluşlar, hasta sağlığının korunmasında ve piyasadaki güvenli ürünlere erişimin sağlanmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. AB 2017/745 Tıbbi Cihaz Yönetmeliği (MDR), onaylanmış kuruluşlar için daha katı kurallar ve sorumluluklar getirmektedir. Onaylanmış kuruluşların izlenmesinden de sorumlu olan atama otoriteleri için herhangi bir rehber doküman veya yazılı prosedür yoktur. Bu çalışmada, ilk kez, onaylanmış kuruluşların etkin bir şekilde izlenmesi için dijital bir sistemle desteklenen bir metodoloji önerilmiştir. MDR gerekliliklerine ve ilgili rehber dokümanlara dayalı bir ihtiyaç analizi gerçekleştirilmiş ve tıbbi cihaz onaylanmış kuruluşlarının izlenmesi için altı bileşenli bir teknik ortaya koyulmuştur. Ardından, her bir bileşenin alt kriterleri belirlenmiş ve onaylanmış kuruluşların izlenmesine yönelik ana süreçler için iş aktivite diyagramları oluşturulmuştur. Şu anda MDR kapsamında kırk dokuz onaylanmış kuruluş bulunmaktadır. İzleme yaklaşımımız, teknik dokümantasyon değerlendirmesinin gözden geçirilmesi, personel yetkilendirmesi ve sertifikalı ürünün piyasada gözetimi gibi onaylanmış kuruluş ile ilgili tüm faaliyetleri kapsayan altı adımdan oluşmaktadır. Önerilen sistem MDR gereklilikleriyle uyumludur ve onaylanmış kuruluşların tüm kritik performans göstergelerini ele alır. Onaylanmış kuruluşlar için yeni MDR gereklilikleri, atama otoriterleri için de gelişmiş bir izleme sistemi gerektirmektedir. Bu çalışma onaylanmış kuruluşların izlenmesi için kritik noktalara odaklanmıştır. Üye devletler, MDR gerekliliklerine uygun etkin bir izleme sistemine sahip olmak için önerilen metodolojiyi ve faaliyet diyagramlarını uygulamalıdır. Benzer bir sistem diğer uygunluk değerlendirme kuruluşlarının izlenmesi için de kullanılabilir.
  • Article
    Vergi Kanunlarında Ticari Teamüle Yapılan Atıfların Değerlendirilmesi
    (2024) Müftüoğlu, Zeynep
    Kanunda boşluk, uygulamada karşılaşılan bir hukuki sorun hakkında kanunda bir hüküm bulunmaması veya sınırlı bir düzenleme bulunması halinde olmaktadır. Vergi kanunlarında da bazı konular kanunda açık şekilde düzenlenmemekte; belirli hususun uygulanması konusunda ticari teamüle atıf yapılmaktadır. Vergilerin yasallığı ilkesi gereği vergi hukukunda hakimin hukuk yaratması mümkün değildir ve kıyas yasaktır. Bu noktada, vergi kanunlarında ticari teamüle yapılan atıfların niteliği ve uygulanma şekli başta vergilerin yasallığı olmak üzere kıyas yasağı, mali güce göre vergilendirme ilkesi gibi vergilendirme ilkeleri ve hukuk devleti, sosyal devlet ilkesi gibi anayasal ilkeleri ihlal eder nitelikte olabilmektedir. Çalışmanın amacı, Türk vergi kanunlarında ticari teamüle yapılan atıfları inceleyerek (anayasal) vergilendirme ilkelerini ihlal eden durumları saptamak; bu ihlalleri bertaraf edecek öneriler geliştirmektir. Çalışmada özel hukuk ve vergi hukuku üzerinden karşılaştırmalı yaklaşım benimsenmekte; vergi kanunlarında ticari teamüle yapılan atıfların analizinde eleştirel metod kullanılmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde kavramsal çerçeve, ikinci bölümünde boşluk türleri kapsamında ticari teamüllerin hukuka kaynaklık teşkil edip etmeyeceği; kaynaklık teşkil ettiği durumlarda bunun uygulanma ilkeleri ele alınmaktadır. Son bölümde ise vergi kanunlarında yer alan ticari teamül atıfları vergilendirme ilkeleri üzerinden incelenmekte; Vergi Usul Kanunu’nun 186, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 25, Damga Vergisi Kanunu’nun 48, Harçlar Kanunu’nun 9’uncu maddelerinde yer alan ticari teamül atıflarının vergilendirme ilkelerini ihlal ettiği saptaması yapılmakta ve bu ihlaller için çözüm önerileri geliştirilmeye çalışılmaktadır.
  • Article
    The Impact of Covid-19 Pandemic on Surveillance of Influenza and Influenza-Like Viruses: a Single Center Experience
    (2023) Özsoy, Metin; Tülek, Necla
    Aims: Influenza and the agents responsible for influenza-like illness (ILI) are a significant cause of upper and lower respiratory tract infections, with a notable pattern of seasonal incidence. The surveillance of influenza and agents causing ILI is important for the developmentof a prophylaxis approach and infection control. In the present study, we utilize the Reverse transcription-polymerase chain reaction (RT-PCR) method to identify the presence of influenza virus and other agents associated with ILI in nasopharyngeal smears obtained from patients exhibiting symptoms of influenza and ILI. The study sample included patients who were admitted to multiple clinics and intensive care units (ICU) of the Health Sciences University Ankara Training and Research Hospital in the period preceding, and in the initial months and first year following the coronavirus disease 2019 (COVID-19) outbreak. Throughthe comparisons made in the study, the intention is to gain a better understanding of the influence of the COVID-19 pandemic on other viral infectious agents transmitted via the respiratory tract. Methods: Included in the study were 257 admitted to different wards and ICUs of our hospital due to symptoms of upper or lower respiratory tract infection and ILI between 2015 and 2021 (excluding data from 2017–2018). The study was conducted prospectively within the scope of the Global Influenza Hospital Surveillance Network project. Using sterile swabs, nasopharyngeal swab samples were collected from inpatients who provided informed consent for their participation in the study, and the samples were placed in a viral transport medium. The presence of influenza viruses (Influenza A, subtypes of Influenza A and Influenza B) and agents causing ILI (i.e. respiratory syncytial virus, coronavirus) was investigated with an RT-PCR approach. Results: The most common symptoms among the 257 patients included in the study with pre-diagnoses of influenza and ILI were cough (82.2%), fever (67.7%), shortness of breath (66.1%) and myalgia (40%). The RT-PCR detected a viral agent in 60 (23.3%) of the 257 patients, whereas no agent could be detected in 197 (76.6%) patients. Furthermore, 51 (18.5%) tested positive for influenza virus, five (1.9%) for respiratory syncytial virus (RSV), and four (1.5%) for SARS-CoV-2. An analysis of the results within two distinct time frames, namely prior to the COVID-19 pandemic (2016–2017, 2019–prior to December 10, 2020) and during the COVID-19 pandemic (between December 11, 2020 and 2021), influenza viruses (influenza A H1N1 and influenza A H3N2), RSV and influenza type B were identified as the dominant viruses before the COVID-19 pandemic, while the predominant viruses were a single influenza strain and four SARS-CoV-2 variants during the COVID-19 pandemic.A significant difference was noted in the distribution of viruses between the two time frames – prior to the pandemic and during the pandemic. Of the patients, 199 (77.4%) were discharged with full recovery while 58 patients died (22.6%). Of the 58 patients that died, 25 were female (25/131 females) and 33 were male (33/126 males), 11 had tested positive for influenza virus andone for RSV, while no infectious agent could be identified in 46 patients. Conclusion: The implementation of molecular testing methods for the identification of viral infectious agents among inpatients during influenza and ILI outbreaks, administering antiviral and prophylactic treatments targeting influenza, RSV and SARS-CoV-2 infections, and adopting infection control measures, could significantly decrease mortality and morbidity rates while mitigating the complications associated with these infectious agents.
  • Article
    Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkeler İçin Bulaşma Kavramının İncelenmesi: 2008 Krizi Örneği
    (2022) Özdemir, Büşra; Çelik, Eşref Uğur; Karan, Mehmet Baha
    Çalışmada, 2008 Küresel Finansal Krizinin borsalara etkisi ampirik yöntemler ile araştırılmıştır. Kriz öncesi ve kriz sonrası dönemler için TÜFE, CDS primi ve 10 yıllık tahvil getirisine karşı borsa endekslerinin duyarlılıkları tahmin edilmiştir ve sonuçlar gelişmiş-gelişmekte olan ülkeler arasında karşılaştırılmıştır. Elde edilen bulgular, 2008 Küresel Finansal Krizinin tüm ülkeleri etkilediğini göstermektedir. Çalışmada gelişmekte olan ve bazı gelişmiş ülke (İtalya ve Japonya gibi) hisse senedi piyasalarının kriz sonrasında genel olarak S&P500 endeksine ve CDS primine karşı duyarlılığının artığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu ülkelerin ABD piyasalarına karşı kırılgan oldukları, kendilerini ABD’den kaynaklanan krizin olumsuz koşullarından izole edemedikleri görülmektedir.
  • Article
    Böbrek Naklinde de Novo Uzamış Salınımlı Takrolimus Kullanımı Sonuçları: Tek Merkez, 1 Yıllık Sonuçlar
    (2022) Sarıyıldız, Gülçin Türkmen; Demir, Mehmet Emin; Sezer, Siren; Sozener, Ulas; Ercan, Zafer; Gulen, Merter; Özşeker, Fatma Necla
    Amaç: Böbrek nakli alıcılarında günde tek doz uzamış salınımlı takrolimus (tac-ER) kullanımı, erken salınımlı takrolimus (tac-IR) kullanımına benzer etkinlik ve daha iyi ilaç uyumu sağlaması amacıyla geliştirilmiştir. Ancak uzamış salınımlı takrolimus ile ilgili deneyimler daha çok nakil sonrası dönemde yapılan “switch” protokollerine dayanmaktadır. Bu çalışmada böbrek alıcılarında de novo tac-ER kullanımı ile ilgili deneyimlerimizi ve 1 yıllık sonuçları sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu tek merkezli retrospektif çalışmaya Ocak 2022-Ocak 2021 arasında yapılan 72 de novo böbrek nakli hastası dahil edilmiştir. Hastalar tac- ER ve tac-IR alan iki gruba ayrıldı. Bir yıllık allogreft fonksiyonları ve sağ kalımları, hastaların günlük ilaç dozları ve bunların akut rejeksiyon atakları ile ilişkileri karşılaştırıldı. Allogreft fonksiyonları ve akut rejeksiyon atakları üzerine etki eden faktörler incelendi. Bulgular: Toplam 69 hastanın (uzamış salınımlı grupta 30 hasta ve erken salınımlı grupta 39 hasta) verileri incelendi. Üç hasta posttransplant erken dönemde öldüğü için analize dahil edilmedi. Nakil sonrası 12 aylık izlem boyunca her iki grup arasında serum kreatinin ve takrolimus çukur değerler bencer bulundu (p>0,05). İlk 3 ay içinde hedef takrolimus değerlere ulaşmak için, tac-ER grubunda daha yüksek günlük dozlar (milligra/gün ve milligram/gün/kg) gerekti (p<0,05). Nakil sonrası ilk 12 ay içinde her iki grupta da rejeksiyon oranları benzerdi (p=0,281). Tek değişkenli analizde posttransplant 1. aydaki takrolimus dozu (milligram/kg/gün) takrolimus çukur değerinin aksine rejeksiyon gelişimi üzerinde etkili görüldü (p=0,02). Sonuç: Böbrek naklinde uzamış salınımlı takrolimusun (Advagraf®) de novo kullanımı, erken salınımlı takrolimus kullanımına benzer etkinlik, allogreft sağ kalımı ve fonksiyonu sağlar.
  • Review
    Benlik Karmaşıklığı ve İyilik Hali: Kısa Bir Değerlendirme
    (2023) Uslu, Gülçin Akbaş
    Benlik karmaşıklığı, benliğin birbiriyle örtüşmeyen yönleri olarak tanımlanır. Linville'in öncü araştırması, benlik karmaşıklığının iyilik halindeki rolüne dikkat çekmiştir. Temel öneri, benlik karmaşıklığının strese karşı bir tampon vazifesi görebileceğidir; benliğin bir yönü tehdit edildiğinde, benliğin zarar görmemiş diğer yönleri bireyin öz benliğini koruyacaktır. Linville'in önermelerini takiben, birçok araştırmacı, benlik karmaşıklığının, depresyon ve duygusal sıkıntı gibi çeşitli iyilik hali çıktıları üzerindeki rolünü test etmiştir. Bu çalışmaların bulguları benlik karmaşıklığının işlevleri açısından karışıktır. Benlik karmaşıklığının olumlu sonuçları olduğunu destekleyen bulgular olsa da bazı araştırmalar benlik karmaşıklığının iyilik hali üzerindeki olumsuz ve külfetli etkisini ortaya koymuştur. Farklı araştırmalar arasındaki tutarsızlık, ölçüm problemleri ve araştırmacıların benlik karmaşıklığını nasıl ele aldığı ile ilgili olabilir. Bu yazı, benlik karmaşıklığıyla ilgili temel bulgularını ele almakta ve benlik karmaşıklığının tampon etkisinin gösterdiği koşulları tartışmaktadır.
  • Article
    Analysis of the Relationship Between Clinical Features, Treatment Options and Recurrence of Patients Diagnosed With Anogenital Warts
    (2023) Saadet, Elif Demirci; İnal, Halil Gürdal; Seçkin, Bedreddin; Akarsu, Süleyman
    Aims: Our study aimed to describe the demographic and clinical characteristics of patients with anogenital warts and to investigate the relationship between treatment options and recurrence. Methods: The data of patients who were admitted to the dermatology, urology, and gynecology outpatient clinics between 2010 and 2021, and diagnosed with anogenital warts were retrospectively analyzed. Demographic characteristics of the patients, presence of other sexually transmitted diseases, anatomical distribution of warts, number of anatomical regions and warts, frequency of recurrence, type of treatment before the first recurrence, and follow-up periods were documented. Statistical analysis was performed and the results were evaluated at a 95% confidence interval and p<0.05. Results: A total of 201 patients, 181 (90%) male and 20 (10%) female, who met the study criteria, were included in the study. The ages of the patients vary between 20-67 years; the median was 31 years. The rate of the number of warts of 10 or more in patients with recurrence was found to be statistically significantly higher than in cases without recurrence (p=0.013). The recurrence rate was statistically significantly higher in patients with pubic localization (p=0.001). There was a significant difference between the number of localization regions according to recurrence status (p=0.003). The recurrence rate of patients who received cryotherapy was statistically significantly higher (p=0.002). According to the logistic regression analysis; the number of 10 or more warts increases the risk of recurrence to 2.665 times (95% CI: 1.225-5.799) (p=0.013). Cryotherapy increases the risk of recurrence to 6.243 times (95% CI: 1.786-21.828) (p=0.004). Male sex increases the risk of recurrence to 3.034 times (95% CI: 1.029-8.940) (p=0.044). Conclusion: Anogenital warts often recur even if they disappear completely after treatment. It has been observed that the recurrence is more common when the number of warts is more than 10. Recurrence may be observed more frequently in the male gender. Recurrence occurs more frequently with cryotherapy than electrocauterization. The importance of prophylactic human papillomavirus vaccination in preventing anogenital warts is emerging once again due to the high recurrence rate and prolonged treatment period.
  • Article
    Tripadvisor Değerlendirmelerinin Analizi: Ankara'daki Önde Gelen Otellerde Müşteri Sadakatini Artırmaya Yönelik Stratejilerin Geliştirilmesinde Müşteri Geri Bildirimlerinin
    (2024) Toker, Tuğrul
    Bu çalışma, Ankara’daki premium otellerin, müşteri deneyimlerini geliştirmek, sadakati artırmak ve tekrar eden misafir harcamalarını yükseltmek için veri odaklı stratejileri nasıl kullanabileceğini incelemektedir. Araştırmada, Ankara'daki dört önde gelen lüks otelden (Hilton Ankara Hotel, JW Marriott Ankara Hotel, Lugal, a Luxury Collection Hotel ve Sheraton Ankara Hotel & Convention Center) alınan 186 TripAdvisor misafir yorumu üzerinde nitel içerik analizi yapılmıştır. Yorumlar, hizmet kalitesi, oda temizliği, kahvaltı sunumları ve personel etkileşimleri gibi ana temalara odaklanılarak analiz edilmiştir. Çalışmada, misafir geri bildirimlerinde tekrarlayan düzenleri ve temaları belirlemek amacıyla tematik analiz yöntemi kullanılmıştır. Örneklem, otellerin premium statüsü ve fiyatlandırmasına göre seçilerek, Ankara'nın konaklama piyasasındaki lüks segmentin temsil edilmesi sağlanmıştır. Bulgular, genel memnuniyetin yüksek olduğunu ortaya koymakla birlikte, yan hizmetlerde iyileştirme yapılması gereken alanları da vurgulamaktadır. Çalışma, misafir geri bildirimlerini analiz etmenin, kişiselleştirilmiş ve hedefe yönelik hizmet sunumları oluşturmadaki önemine dikkat çekmektedir. Otelcilere yönelik öneriler arasında, hizmet kalitesinin optimize edilmesi ve misafir tercihlerini karşılayacak deneyimlerin tasarlanması, böylelikle uzun vadeli müşteri sadakatinin güçlendirilmesi yer almaktadır.
  • Article
    Koroner Arter Bypass Greft Cerrahisi Sonrası Fiziksel Aktivite Danışmanlığının Erken Dönem Sonuçlarının İncelenmesi
    (2024) Karahan, Zehra Can; Çırak, Yasemin Buran; Arıkan, Hülya
    Amaç: Koroner arter hastalığı için önemli bir risk faktörü olan fiziksel inaktivite, koroner arter bypass greft (KABG) ameliyatı sonrasında artırılmalıdır. Bu çalışmanın amacı, KABG ameliyatı geçirmiş hastalarda erken dönemdeki fiziksel aktivite (FA) danışmanlığının etkilerini incelemekti. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya dahil edilen 30 erkek hasta rastgele iki gruba ayrıldı. 15 hasta FA danışmanlığı ve rutin fizyoterapi alırken, diğerleri sadece rutin fizyoterapi aldı. FA, egzersiz kapasitesi, günlük yaşam aktiviteleri, uyku kalitesi, depresyon ve anksiyete ameliyattan önce ve iki hafta sonra değerlendirildi. Tüm hastalara taburcu olduktan sonra FA ve enerji harcaması değerlendirmesi için bir aktivite monitörü (MF-SenseWear Armband) takıldı. Enerji harcaması, ortalama MET değeri, FA süresi, yatma ve uyuma süresi ve günlük adım sayısı taburcu olduktan sonraki 7 gün boyunca izlendi. Bulgular: 6 dakikalık yürüme mesafesi FA grubunda 507,87±77,70 m'den 470,46±69,83 m'ye (p=0,001) ve kontrol grubunda 499,80±82,93 m'den 448,00±64,25 m'ye (p=0,002) düşdü, ancak aradaki fark anlamlı değildi (p=0,610). FA danışmanlığı, toplam enerji harcamasını (8516.10±1489.75 karşı 8568.75±999.68 joule, p=0.910), aktif enerji harcamasını (307.43 joule (min 13.57-maks 3300.57) karşı 303.68 joule (min 30.71-maks 11.68), p=0. 412), ortalama metabolik eşdeğer (1.30±0.16 karşı 1.17±0.17, p=0.057), FA süresi (16.57 dakikaya (min 0.71- maks 180) karşı 16.85 dakika (min 3.57-maks 58.71), p=0.367), adım sayısı (723.86 adıma (min 198.57-maks 5944.14) karşı 796.28 (min73.86-maks 4217.86), p=1.000). Sonuç: FA danışmanlığımız, CABG ameliyatı sonrası FA'yı ve klinik sonuçları geleneksel tedaviden daha fazla iyileştirmedi. Etkinliğin gösterilmesi için daha uzun takiplere ihtiyaç vardır.
  • Article
    Borçlanmaya Dayalı Kitle Fonlamasının Finansman Hukuku ve Mali Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
    (2024) Müftüoğlu, Zeynep
    Kitle fonlaması, temeli çok eskilere dayanan bir girişim-yatırım sistemi olup özellikle son yıllarda çeşitleri ve uygulama alanı gittikçe artmaktadır. Ülkemizde uygulamanın yasal alt yapısı 2017 yılında 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda kurulmuştur. Kitle fonlamasının, paya, borçlanmaya, bağışa ve ödüle dayalı olmak üzere farklı türleri bulunmaktadır. Sermaye Piyasası Kanunu’nda paya ve borca dayalı kitle fonlaması düzenlenmektedir. Ülkemizde paya dayalı kitle fonlamasının birçok verimli uygulaması bulunmakla birlikte borca dayalı kitle fonlamasının uygulama alanı bulunmamaktadır. Çalışmada, borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yöntemi ele alınmakta; bu yöntem finansman hukuku ve mali hukuk perspektifinden disiplinlerarası bakış açısı ile incelenmektedir. Bu amaçla çalışmada karşılaştırmalı yöntem benimsenmekte, borçlanmaya dayalı kitle fonlamasının ülkemizdeki diğer yatırım araçları karşısında durumu analiz edilmektedir. Söz konusu analizin ardından borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yönteminin tabi olduğu vergi rejimi saptanmaktadır. Yapılan analiz ve saptama sonucunda görülmektedir ki borçlanmaya dayalı kitle fonlaması ülkemiz ekonomik ortamında diğer sermaye piyasası araçları karşısında girişimci ve yatırımcıya avantajlı bir ortam sunabilmek konusunda etkin olamamaktadır. Bu yöntemi cazip kılmak için herhangi özel bir vergi düzenlemesi de bulunmamaktadır. Elde edilen bulgulardan yola çıkarak çalışmada, borçlanmaya dayalı kitle fonlamasının daha etkin bir araç haline gelebilmesi için vergi kolaylıkları getirilmesi yönünde önerilere yer verilmiştir.
  • Article
    Entegre Raporlamanın Halka Açık Bankaların Hisse Senedi Fiyatları Üzerine Etkisi: Borsa İstanbul’da Bir Uygulama
    (2024) Tümer, Tolga; Yasar, Ali Rıza Zafer
    Finansal olmayan bilgiler, günümüzde işletmelerin paydaşları tarafından yüksek talep görmektedir. Muhasebe bilimi, entegre raporlama aracılığıyla finansal olmayan bilgilerin, finansal bilgilerle birlikte işletmelerin paydaşlarına iletişimini sağlamaya başlamıştır. İşletmelere değer katması beklenen entegre raporlama olgusu Türkiye'de yeni gelişmektedir ve halka açık bankalar entegre raporlamanın öncüleri arasındadır. Bu çalışmada entegre rapor hazırlamanın ve yayımlanmış entegre raporların Türkiye'deki halka açık bankaların hisse senedi fiyatları ve hisse başı kazançları üzerindeki etkisi En Küçük Kareler (EKK) tahmincisi ile ampirik olarak araştırılmıştır. Araştırmanın bulguları, entegre rapor hazırlamanın; halka açık bankaların hisse başı kazançları üzerinde olumlu bir etkiye sahip olduğunu, ancak hisse senedi fiyatları üzerinde olumlu bir etkiye sahip olmadığını göstermektedir. Diğer yandan çalışmada, yayımlanmış entegre raporların halka açık bankaların hisse senedi fiyatları ve hisse başı kazançları üzerinde olumlu bir etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Sonuç olarak, araştırma bulgularına göre; entegre raporlama Türkiye'deki halka açık bankalara sınırlı da olsa değer katmaktadır, ancak borsa yatırımcılarının finansal okuryazarlığının artması gerekmektedir.
  • Article
    Tetkik Nedeni ile Verilen Açlık İsteminin Hasta Üzerindeki Etkileri: Tanımlayıcı Kesitsel Bir Araştırma
    (2024) Tamer, Fatma; Uçar, Gizem Cansız; Kapucu, Sevgisun
    Amaç: Hastanede yatan hastalarda laboratuvar ve radyolojik tetkik nedeniyle verilen açlık istemi süresinde atlanılan öğün sayısını ve hasta üzerindeki etkilerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel desende gerçekleştirildi. Araştırmanın örneklemini, Ekim-Aralık 2020 tarihleri arasında, iç hastalıkları servisinde yatan ve en az 8 saatlik açlık istemi verilen 18-65 yaş arasındaki 78 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri Hasta Tanıtım Formu, Numerik Şiddet Skalası, BARF Bulantı Ölçeği, Nutrisyonel Risk Skoru-2002, KATZ Günlük Yaşam Aktivitesi Ölçeği ve Beck Anksiyete Ölçeği aracılığı ile toplanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların %11.54’ünün beslenme bozukluğu riskinin yüksek olduğu, tetkik nedeniyle ortalama 12.1 saat aç kaldığı ve bu süre içinde ortalama iki öğün kaçırdıkları belirlenmiştir. Hastaların NRS-2002 puan ortalaması 0.77±1.15, BARF Bulantı Ölçeği puan ortalaması 0.53±1.45, KATZ GYA puan ortalaması 0.32±0.987 ve Beck Anksiyete Ölçeği puan ortalaması ise 25.03±5.95 bulunmuştur. Sonuç: Araştırmamızda, laboratuvar ve radyolojik tetkik nedeniyle verilen açlık istemi süresinde atlanılan öğün sayısının, literatürde belirtilen süreden fazla olduğu ve hastaların susama, bulantı, yorgunluk, anksiyete yaşadığı belirlenmiştir. Çalışma sonuçlarının klinik alanda çalışan sağlık personeli ile paylaşılması ve hemşirelik uygulamalarına yansıtılması önerilmektedir.
  • Article
    Üniversite Öğrencilerinin Ağrı İnançları, Ağrıyla Başa Çıkma ve Reçetesiz İlaç Kullanma Durumlarının Belirlenmesi
    (2024) Yüceer, Buğse; Aküzüm, Büşra Selen; Erol, Kevser; Kılınç, Melike; Çakar, Zeynep Merve; Boztepe, Handan
    Amaç: Bu çalışma, üniversite öğrencilerinin ağrı inançları, ağrıyla başa çıkma ve reçetesiz ilaç kullanma durumlarını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma, 2021-2022 eğitim öğretim döneminde, Atılım Üniversitesinde öğrenim gören 320 birinci sınıf öğrencisi ile yürütülmüştür. Verilerin toplanmasında, Tanımlayıcı Özellikler, Ağrı ve Reçetesiz İlaç Kullanımına İlişkin Veri Toplama Formu, Ağrı İnançları ve Ağrı İle Başa Çıkma Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Üniversite öğrencilerinin çoğunlukla ağrının organik nedenlerle ortaya çıktığına inandıkları, %87.2’sinin son bir yıl içinde reçetesiz ilaç kullandıkları, en yüksek oranda baş ağrısı (%74.7) nedeniyle ilaç kullandıkları ve en sık kullandıkları ilacın ise analjezik ilaçlar (%65) olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Üniversite öğrencilerini, sıklıkla kullanılan reçetesiz ilaçlara bağlı gelişebilecek yan etkilerden korumak amacıyla eğitim planlanması ve öğrencilerin akılcı ilaç kullanımı ve ağrı yönetimi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Üniversitede öğrenim gören birinci sınıf öğrencilere ek olarak diğer sınıfları da kapsayacak şekilde daha büyük örneklem gruplarında araştırmaların yürütülmesi önerilmektedir.
  • Article
    Menopozun Cinsel İşlev Bozukluğuna ve Depresyona Etkisi: Vaka-kontrol Çalışması
    (2024) Yıldırım, Fatma; Duman, Nuriye Büyükkayacı; Vural, Gülşen
    Amaç: Bu çalışmada 45-55 yaş arası menopoza girmiş ve girmemiş kadınların cinsel işlev ve depresyon düzeylerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntemler: Kesitsel ve vaka kontrol tipte olan bu çalışma Orta Karadeniz bölgesinde bir hastanede Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran 45-55 yaş arası, 88’i menopoza girmiş ve 88’i menopoza girmemiş olan, araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan toplam 176 evli kadınla tamamlanmıştır. Araştırmanın verileri yüz yüze görüşme tekniği ile Ağustos 2018-Mart 2019 tarihleri arasında toplanmıştır. Verilerin toplanmasında Kişisel Bilgi Formu, Arizona Cinsel Yaşantılar Ölçeği (ACYÖ) ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda vaka ve kontrol grubundaki kadınlar sosyodemografik ve bazı özelliklerine göre benzer bulunmuş olup (p<0,05), beden kitle indeksi açısında istatistiksel olarak farklı bulunmuştur (p>0,05). Vaka grubundaki kadınların %88,6’sında, kontrol grubundaki kadınların %51,1’inde cinsel işlev bozukluğu tespit edilmiş olup, gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Vaka ve kontrol grubundaki kadınların BDÖ, ACYÖ toplam ve alt puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Menopoza girmiş olan kadınlarda cinsel işlev bozukluğu ve depresyon görülme düzeyi menopoza girmemiş kadınlara göre daha yüksektir.
  • Article
    Association of Cognitive Status, Anxiety and Depression With Hearing Loss in the Elderly
    (2024) Gülmez, Mehmet İhsan; Aydın, Canset
    Objective: Hearing loss is an important problem that is common among older people. Dementia can be defined as a group of disorders that adversely affect memory, thinking function and the ability to perform daily activities. Hearing loss leads to poor quality of life due to loneliness, social isolation, anxiety and susceptibility to depression. Hearing aids are the primary tool used in the management of hearing loss. In this study, we aimed to compare participants with and without hearing loss in terms of cognitive status, depression and anxiety, and to assess the effect of hearing aid use on this process. Method: Between June 2023 and June 2024, 608 patients over the age of 50 who registered at the psychiatric outpatient clinic of Hatay Training and Research Hospital were included in the study. Participants were enrolled if they presented to the Psychiatry outpatient clinic during the selected time interval, were over 50 years of age and agreed to participate in the study. Participants' demographic information, educational status, social information, hearing aid use, minimental score, Beck anxiety score, and geriatric depression score were recorded. Results: When comparing patients with and without hearing loss, statistically significant differences were observed on the Minimental Test, Beck Anxiety Score and Geriatric Depression Score. Conclusion: In this study, a statistically significant relationship was found between hearing loss and cognitive status, depression and anxiety, and it was suggested that the use of hearing aids may be beneficial in terms of preventing the development or slowing the progression of these pathologies.
  • Article
    Yaşlılarda Düşme Riski ile İlgili Faktörler
    (2024) Karahan, Zehra Can; Seymen, Fatma Nur; Özcan, Ayşenur; Türkmen, Ceyhun
    Amaç: Düşme yaşlı yetişkinlerde çok yaygın olarak görülen önemli bir problemdir. Çalışmanın amacı, yaşlı bireylerde düşme riski ile ilgili faktörleri incelemektir. Araçlar ve Yöntem: Çalışmada 65 yaş üstü 110 birey incelendi. Bireylerin demografik bilgileri ve son 1 yıl içerisindeki düşme sayıları kaydedildi. Katılımcıların bilişsel becerileri Montreal Bilişsel Değerlendirme (MoCa) Ölçeği ile, anteriyoposterior dinamik denge Fonksiyonel Uzanma Testi (FUT) ile, lateral denge Tandem Duruş Testi (TDT) ile, denge ve düşme olasılığı Berg Denge Testi (BDT), fonksiyonel hareketlilik Zamanlı Kalk Yürü Testi (ZKYT) ile, alt ekstermite enduransı ve fonksiyonel kas gücü 1-Dakikalık otur-kalk Tesi (1-DOKT) ile ve servikal propriosepsiyon stabilizatör ile değerlendirildi. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 71.26±6.20'dir ve son bir yıl içinde 0.41±1.02 düşme yaşamışlardır. TDT süresi: 25.95±7.93 saniye, MoCa: 18.65±4.90, FUT: 21.83±8.38 cm, BDT: 51.11±4.47, ZKYT: 12.01±3.89 saniye, 1-DOKT: 18,61±8,23 tekrar, servikal propriyosepsiyon hatası: % 15.49±13.01 olarak bulundu. Düşme sayısı ile yaş (r=-0.081, p=0.399), boy (r=-0.030, p=0.756), TDT (r=0.144, p=0.134), bilişsel düzey (r=-0.015, p=0.878), BBT(r=-0.079, p=0.414) ve servikal propriyosepsiyon(r=-0.135, p=0.160) arasında istatistiksel olarak anlamlı olmayan negatif bir korelasyon görüldü. Erkekler kadınlara kıyasla daha fazla düşme bildirmiştir ve olasılık oranı 3.14'tür (%95 güven aralığı: 1.21-8.14). Sonuç: Bu çalışma, yaşlı insanlar arasında düşmelerle ilişkili faktörlere dair değerli bilgiler sunmaktadır. Bulgular, düşmelerde kilit bir faktör olarak cinsiyetin önemini göstermekte ve vücut ağırlığı, denge, servikal propriosepsiyon ve yaşın düşme olasılığı üzerindeki olası etkisini ortaya koymaktadır.
  • Article
    Güncel Yargı Kararları Işığında 1999 Montreal Konvansiyonu Kapsamında Kazanın Tespiti
    (2024) Acun, Umut
    1999 Montreal Konvansiyonu taşıyıcının, hava yolu ile gerçekleştirilecek taşımalar sırasında doğan zararlardan sorumluluğunu düzenlerken, yük ve bagaj taşımaları için meydana gelen zararın bir olaydan doğmasını öngörmüşken, yolcunun ölümü ve yaralanmasından doğan zararların Konvansiyon kapsamında tazmini için bir kazanın varlığını aramıştır. Bu bağlamda yolcunun uğradığı zararı meydana getiren halin kaza olarak nitelendirilmesi, zararın tazmin edilebilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Kazanın mevcudiyeti değerlendirilirken Konvansiyonun tarihsel gelişimi ve Konvansiyon ile ulaşılmaya çalışılan amaçlar da göz ardı edilmemeli; bu doğrultuda Konvansiyon amaçlarıyla uyumlu bir yol izlenmelidir. Konvansiyon amacı doğrultusunda yapılacak değerlendirme hem havayoluyla gerçekleştirilecek uluslararası taşımalara uygulanacak kurallar hususunda yeknesaklık sağlanması, hem de zarar gören yolcunun mağdur olmasının önüne geçilmesine hizmet edecektir. Bu bağlamda kazanın mevcudiyetinin değerlendirilmesi yapılırken ortaya atılan görüşlerden Konvansiyon’un amacına en uygun olanının seçilmesi tercihten ziyade, bir gerekliliktir. Bu kapsamda çalışmamızda öncelikle kaza kavramı tanımlanacak, daha sonrasında hava yoluyla gerçekleştirilen taşımalara ilişkin farklı uyuşmazlıklarda verilen kararların meydana getirdiği görüşler ele alınacak ve son olarak Konvansiyon amacı ele alınarak bu doğrultuda bir değerlendirmede bulunulacaktır.
  • Article
    Medenî Usûl Hukuku Kapsamında Kanun Yollarında Verilen Kararların Gerekçelendirilmesi
    (2024) Özata, Ayça Handan Atakul
    Gerekçe, mahkemenin tespit ettiği maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında kurduğu bir ilişkidir. Mahkemenin verdiği kararı gerekçelendirmesi hem Anayasa’nın hem de 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddelerinden kaynaklanan bir zorunluluktur. Bu zorunluluk yalnızca ilk derece mahkemesinin vereceği kararlarla sınırlı olarak öngörülmemiştir. Aynı zamanda kanun yollarında verilen mahkeme kararlarının da gerekçeli olacağına ilişkin birtakım düzenlemelere yer verilmiştir. Öncelikle Anayasa ile mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olacağı düzenlenmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile de ilk derece mahkemesi kararlarının yanı sıra üst derece mahkemelerinin de kararları bakımından gerekçenin nasıl olması gerektiğine dair ayrıca düzenlemelere yer verilmiştir. Bu doğrultuda medenî usûl hukukunda gerek olağan gerekse de olağanüstü kanun yollarında verilen mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerekmektedir. Ancak uygulamada mahkemelerin bilhassa da kanun yollarında gerekçesiz ya da bir alt derece mahkemesinin kararına atıf yapmak suretiyle karar verdiği görülmektedir. Bu noktada gerçek bir gerekçeden söz edilemeyecektir. Bu çalışma ile medenî usûl hukukunda kanun yollarında verilen bir karara ilişkin gerekçelendirmenin nasıl olması gerektiği ortaya konulmaya çalışılmıştır.
  • Article
    Elektrikli Araç Satın Alma Niyetini Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi: Ankara İli Örneği
    (2024) Erdoğan, Eyüp Can; Tengilimoğlu, Dilaver; Bilgin, Pınar; Reyhanoğlu, İzay
    Amaç - Bu çalışma, Elektrikli araç satın alma niyetini etkileyen faktörleri ve bu faktörlerin demografik değişkenlere göre farklılık gösterip göstermediğini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem – Bu çalışmada nicel araştırma yöntemlerinden ilişkisel tarama yöntemi kullanılmıştır. Ankara’da yaşayan 20 yaş üstü bireylere toplam 414 anket uygulaması yapılmış ve elde edilen veriler istatistiksel paket programlar aracılığıyla analiz edilmiştir. Bulgular - Analizler, yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi ve gelir düzeyi gibi demografik faktörlerin elektrikli araç satın alma niyeti üzerinde farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. Yaşa göre, 56 yaş ve üzeri katılımcıların \"Hızlanma ve Keyifli Sürüş\" algısının genç katılımcılardan daha yüksek olduğu bulunmuştur. 26-35 yaş arası katılımcıların ise \"Düşük Gürültü\", \"Olumlu İtibar\", \"Araçtaki Alan\", \"Güvenlik\" ve \"Çevre Dostu\" algılarının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Cinsiyete göre, kadınların elektrikli araç satın alma niyeti alt boyutlarında genellikle daha yüksek puanlar aldığı tespit edilmiştir. Eğitim düzeyine göre, lisansüstü mezunlarının \"Olumlu İtibar\", \"Araçtaki Alan\", \"Güvenlik\", \"Çevre Dostu\", \"Çevresel Kaygı\" ve \"Satın Alma Niyeti\" alt boyutlarında daha yüksek puanlar aldığı ve algılarının farklılık gösterdiği belirlenmiştir. Gelir düzeyine göre, belirli gelir gruplarının algıladıkları fiyat değeri, çevresel kaygı ve satın alma niyeti üzerinde etkili olduğu bulunmuştur. Tartışma - Sonuç olarak, elektrikli araç satın alma niyetinin demografik faktörlerle ilişkili olduğu ve algılanan fiyat değeri, çevresel kaygı ve satın alma niyeti arasında pozitif bir ilişki olduğu bulunmuştur.
  • Article
    Unlocking the Power: How Digital Transformation Fuels Intellectual Capital
    (2024) Yılmaz, Ayşe Aslı
    Purpose – This paper aims to explore the transformative impact of digitalization within the aviation sector, with a specific focus on airport terminal management. The primary objective is to understand how digitalization influences and reshapes the various facets of the industry, particularly in terms of intellectual capital. Design/Methodology/Approach – This study employs a conceptual overview to examine the impact of digitalization on intellectual capital in aviation management. By analyzing the integration of digital technologies, the study explores their effects on human, structural, and relational capital. The conceptual framework is enhanced by detailed network analysis using the NetworkX library, offering an in-depth examination of the relationships between elements of intellectual capital and digital transformation criteria. Findings – The study uncovers the intricate relationships defining TAV Holding and its subsidiary entities, providing insights into the dynamic interplay of power, influence, and intellectual capital within the aviation sector. It reveals how digital transformation criteria are crucial in enhancing intellectual capital, which includes human, structural, and relational capital. The findings emphasize the role of digital technologies in streamlining processes, improving decision-making, and fostering innovation. Discussion – This paper contributes to the body of knowledge by highlighting the original value of studying the impact of digitalization on intellectual capital in the aviation sector. It underscores the importance of digital transformation criteria in enriching intellectual capital and fostering resilience in a rapidly evolving industry landscape. The discussion also addresses the broader implications of these findings for the aviation industry and its stakeholders, suggesting that embracing digitalization can lead to more effective and efficient airport terminal management.